Geçtiğimiz haftadan itibaren Begüm Faralyalı ve Hürriyet önderliğinde başlayan “ortak değerlerimiz”le ilgili çalışmaya muhakkak girmesi gereken ve en büyük değerlerimizden biri olan yemeği koymadan olmaz.
- Yemek – Biz dünyadaki en lezzetli ve taze yemekleri yiyen ülkelerden biriyiz.
- Yemek yapmayı biliriz. – En yemek yapmayı bilmem diyenimiz bile Avrupa’nın birçok yerindeki “ben bilirim” diyenden iyidir.
- Kurulan softalar – Biz yemeğimizi sofra kurup yeriz. Kurulan sofralar çok önemlidir. Bireyselleşmeye rağmen bu gelenek yitip gitmemiştir. Ama yerde, ama sofrada, ama piknikte biz bol bereketli, bol malzemeleri sofralar kurarız.
- Biz ekmek parası için çalışırız– Ekmeğimizi de paylaşırız. Anamızla, babamızla, 30 yaşına gelmiş belki hala büyümemiş çocuğumuzla, işini kaybetmiş kardeşle paylaşılır yemekler. İnşaat işcisi ne varsa ortada, ondan eşit almaya çalışır.
- Misafirperverlik inanılmaz boyuttadır. – Öyle ki bunun boyutunu yurt dışına çıktığınızda anlarsınız. Bir ingiliz ailenin yanına öğrenci giden kız, veya alman yanına giden oğlan kilo verir gelir. Bir bolluk yoktur. Bir kase çorba düşer payına, ikincisini arasa da bulamaz.
Bizde ise elinde ne varsa en çoğunu ve güzelini çıkarma çabası vardır hep. Evde büfede misafirlik çikolata, Kıbrs’ta macun, Karadeniz’de ekşi, İç Anadolu’da köftür bulunması gibi. Bir kahve içmeden, bir çay içmeden bırakmamak gibi.
- Herkesin tenceresi kaynar, kapalı kaynar. – Aş mı pişer dert mi bilinmez ama bizde yemekler tencerede bolca pişer. Dertte ortaklaşa, aşta ortaklaşa pişer.
- Su ve yemek küçüğündür. – Bizde çocukların karnı doymalıdır önce. Çocuğunu doyurmayan ana rahat edemez. Hatta kanımca biz becerip yolcu uçağı yapmış olsaydık kalkışta anonsta “Maskeyi önce evladınıza takın, sonra kendinize takın” derdik. Yanda oturan diğer kişi için de “olaki yanınızdaki insan maskesini takamadan kötü olursa, ona yardım edin” diye devam ederdik.
- Burası 1 kahvenin 40 yıl hatırının olduğu memlekettir. -Birbirine yapılan iyilik, yedirilen yemek unutulmaz. Onun gününde bulunmak çok önemlidir.
- Süpürge sopası saplasan yetişecek toprakların memleketidir burası. -Bereketin bolluğun memleketi, her yöresinde başka bir güzelliğin yetişebildiği, incirinden pamuğuna, muzundan çayına, şeker pancarına, fındığına, avakadosundan kinoasına yetişebilir. Bu değerlerimizi yitirmekteyiz bununla ilgili gerekli düzenlemeler biran evvel yapılmalıdır. Yapmayan vatan hainidir.
- 300’ün üzerinde köftesi, 200’ün üzerinde böreği, 100lerce dolması, kebabı, zeytinyağlısı, mezesi, şerbetli tatlısı ayrı sütlü tatlısı ayrı olan bir memleket. Yumurtayı 1000’in üzerinde şekilde yapmayı bilen memleket. Diyebilirsiniz ki farklılıkları ve rengi ile en büyük ortak değeri olan memleket.
- Kış hazırlıkları apayrı bir gelenektir. -Öyle ki tam da bu zamanda 10 evin en az 7’sinde ya dolapta parça parça, ya kavanozda, ya da köyden akrabaların salça olarak gönderdiği şekilde domatesi vardır. 150 yıl evvel gelen bu umami deposunu milli zenginliği yapmıştır memleketimin insanı. Turşusunu da kurar, şirket de yönetebilir aynı zamanda. Ve aslen tüm bunların altındaki bollukta bile gelen kışa, darlığa hazırlık vardır.
- Komşusu açken tok yatmaz. -Büyük sitelere taşınır ama komşusunu tanıyacak samimiyeti hissetmezse biraz rahatsızlık duyar.
- Yaratıcıyızdır. Mercimekten köfte, kiraz yaprağından dolma, yoğurdu yanık-tuzlu, kaymağı kuru yapmayı da hayal etmiş, bugünlere kadar da getirebiliriz. Apartmanda yaşayıp balkonumuz yoksa bile pencereye mangal kurabiliriz.
Siz de lütfen bunları biraz hayal edin. Yufkamızın nasıl bir el zanaatı, şimşirin, emayenin, camın, bakırın, demirin, çamurun ustalarının kıymetini, onlarla yapılan yemeğin lezzetinin plastik spatuladan veya teflon tavadan nasıl daha lezzetli olduğunu düşünün. Şükredin. Ayrılıkları konuşacağımıza bunlarla ilgili sohbetler yapıp mutlu olun, içiniz aydınlansın. Sonra el zanaatı yapan bir ustadan alışveriş yapın. Büyük marketi geçip evinizin köşesindeki manava uğrayın. Adını bilmiyorsanız öğrenin, onlarla kendi isminizi paylaşın. Gülümseyin, gülümsetin, şükredin.
Size hafta sonunda hem biraz gülelim hem de altındaki güzellikleri hissedelim diye biraz ayıp ama saf ve komik bir hikaye ile bitirmek istiyorum. Ben bu hikayeyi babamdan 5-6 yaşlarında duymuştum. O da muhtemel aynı yaşlarda iken Nevşehir’de İmran köyündeki köy odasında dinlemiş ve aklında kalmış.
Bir tanrı misafiri bir gece kapıyı çalar. Kadın kapıyı açar ve
“ben tanrı misafiriyim, çok açım ve susuzum ve üşüdüm. Beni bu gecelik misafir eder misiniz?” der.
Kadın kındırık açtığı kapıyı açar, eve buyur eder. Oturtur biraz sonra bir toprak kapta pekmez, ekmek su getirir. Bir de döşek. “Anam hasta, ona bakmam lazım” der ve çıkar.
Adam bir koca tas pekmeze, ekmeğini bana bana yer.
O sırada ailenin küçük tek çocuğu gelir. Adam çocuğa “ne kıymetli anan var imiş bana koca bir tas pekmez verdi” demiş.
Çocuk kıkırdamaya başlamış, adam merak edince; “Aaa bizim pekmez kübüne fare düştüydü de anam bitsine tutuyo” demiş.
Der demez fareyi duyan adamın yüzü buruşup “neee” demiş ve pekmez kabını duvara fırlatmış.
Bunun üzerine oğlan: “Amuca naaptın sen kuduruk musun? Nenemin çiş kabını gırdın.” demiş.
Evet hikayenin komik tarafı net ama burada tanrı misafirini erkek olmayan ve imkansızlıkları olan bir evin nasıl kabul ettiği de çok net.
Anasına bakan kadın…Küp küp pekmez yapmış oldukları da bir gerçek…
Kendimiz ve farklılıklarımızın olduğu dünyada bunun en güzel şekilde varlığının bu topraklarda olduğunu fark etmemiz ve değerlerimize sahip çıkmamız dileği ile..
Çok iyi hafta sonları